24 Kasım 2008 Pazartesi

İtalyan markizin kızına İstanbul’da kına gecesi

Gelin Beatrice ve damat Ettore...
f o t o ğ r a f : E y ü p T a t l ı p ı n a r


Geçtiğimiz hafta İstanbul’da, İtalya’da yaşayan markiz İsabella Bernardini d’Arnesano’nun kızının kına gecesi vardı. Duyduğunuza şaşırmayın; bu, ucu 6-7 Eylül olaylarına uzanan bir İstanbul hikayesi


Söylenişi bile her açıdan dikkat çekici; İtalya’da yaşayan İstanbullu Rum Markiz İsabella Bernardini d’Arnesano, kızı Beatrice için santralistanbul’da geçen hafta kına gecesi düzenledi. Aristokrasiye, halka, farklı etnik ve kültürel kimliklere ait kavramları buluşturan bu olayın pekâlâ, ‘kültür şoku’nu kullanan sanat performanslarından biri olduğunu düşünebilirsiniz. Fakat öyle değil. Bu, ucu 6-7 Eylül 1955 olaylarına uzanan gerçek bir hikaye. Zaten kına gecesinin ve ertesi günü yapılan düğün töreninin 6-7 Eylül’e denk gelmesi tesadüfi değil. Markiz, organizasyonunu Defne Türk-Yunan Dostluk Derneği’nin gerçekleştirdiği kına gecesinin, en azından kendi kişisel tarihinde bu iki günü artık güzel hatıralarla da anmasını sağlayacağını söylüyor. Malum tarihin ‘çirkin’ hatıralarını biliyorsunuzdur; devlet mekanizmasına uzanan girişimle kışkırtılan kalabalık bir kitle, söz konusu tarihte başta Rumlar olmak üzere azınlıklara ait dükkânları yağmalamış, kilise ve evlere saldırmışlardı.

İsabella Öztaşçıyan yedi yaşındaymış o günlerde. Fenerli Öztaşçıyan ailesi Taksim, Osmanbey ve Fener civarında yoğunlaşan yağmayı yaşamamış ama olayların patlak verdiği anda oturdukları Büyükada’da da dehşetten kurtulamamışlar. Adanın metropoliti olan dayısının da evlerinde bulunduğu o gece İsabella’nın hafızasına kazınmış; “Çöp kamyonunun üzerine çıkmış kişiler akşam saatlerinde evimize doğru gelirken ‘papazı isteriz, papazı isteriz’ diye bağırdıklarını duyduk. Arabanın tepesine koydukları projektörle evlerin içine ışık tutuyorlardı, biz hepimiz evde yere yattık, ışıkları kapatmıştık ama çok korkuyorduk. Araba bizim kapıya doğru gelip durdu. Sonra birden bizim karşımızdaki evi taşlamaya başladılar, kapılarını pencerelerini kırıp döküyorlardı, içeride kimsenin olmadığını anlayıp gittiler. Ev bizim Türk eczacı komşumuzun eviydi. Sonra anladık ki adaya o gün dışarıdan gelen kişilermiş, zaten bütün ada bizi tanıyor ve evimizin yerini biliyordu, demek ki dışarıdan gelenler tam bir tarif alamamışlar.” İsabella bugün geriye baktığında yaşananları soğukkanlılıkla değerlendiriyor; “Bizim için o olaylar o zamanın olaylarıdır, oldu ve bitti. Biz hiç demedik ki ‘Türkler bize bunu yaptı’ diye, bizim çok Türk arkadaşımız var. Ama daha 150 sene de yaşasam o olayları unutamam. Bir daha hiç olmaması lazım o tür şeylerin, bunun için de unutmamak gerek.”

Pek çok Rum’un korkudan İstanbul’u terk ettiği o olaylardan sonra Öztaşçıyan ailesi Atina’ya yerleşir. Fakat o dönemde İstanbul’daki evlerinden ayrılıp bu ‘yabancı’ yere gelen her Rum gibi Öztaşçıyanlar da huzur bulamaz. İsabella’nın babası Misak iş kuramaz çünkü Türkiye’den gelenler için, Rum olsalar da iş kurmak yasalarla engellenmiştir ve dahası ‘Türk’ oldukları için sosyal hayatın her aşamasından dışlanırlar. Aile yabancılığa yalnızca bir ay dayanabilir ve İstanbul’a dönerler.

Siyaset okumak için gitti markiz oldu
Baba Misak 1959’da Osmanbey’de bir manifaturacı dükkânı açar, İsabella 1965’te üniversite okumak için İtalya’ya gider ve Bologna Üniveristesi’nde siyasal bilgilere yazılır. Okul yıllarında tanıştığı hukuk öğrencisi Matiuata d’Arnesano’yla 1970’te evlenir. Evlenmek için tercih ettiği yer ise İstanbul olur. Aristokrat bir aileye mensup Matiuata, soyadını aldığı Arnesano Markizidir. Avrupa’da soyluluk unvanlarının kral, prens, dük, markiz, kont ve baron şeklinde sıralandığını düşünürsek azımsanmayacak bir makam. “Bir gün orası bir gün burası yıkılan, 1400’lerden kalma bir evde oturuyoruz, toprakla çok uğraştığımız söylenemez, depolarda bekleyen 1600’lerden kalma yağlıboya koleksiyonumuzu geçenlerde, dünyanın çeşitli yerlerindeki dostlarımızı davet ettiğimiz odalara astık, eski aristokrat yaşam hakkında fikir vermesi için” diyor İsabella.

İsabella’nın yolu, kızları Beatrice ve Flavia doğduğunda da İstanbul’a düşer. 1978’de eşini kaybedince çalışmaya karar verir ve hâlâ görevlisi olduğu Lecce Üniversitesi’nde Yunan edebiyatı hocalığı yapmaya başlar. 1983’te anne babasını yanına alan İsabella hâlâ her bulduğu fırsatta soluğu İstanbul’da alıyor ve unvanını devralacak büyük kızı evlenmek istediğinde aklına gelen yer elbette ki yine İstanbul oluyor.

Ara Güler, Murat Belge, Yalım Eralp, müzisyen Ege gibi tanıdık isimlerin de bulunduğu kına gecesi aynı zamanda, İsabella’nın kuzeni olan Yunanistan’ın İstanbul Başkonsolosu Aleksis Aleksandris’in göreve veda partisiydi. İstanbullu Aleksandris’e Ege’nin şarkılarıyla yeni hayatında başarılar dilenirken, ‘Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar’ türküsüyle kınası yakılan gelin Beatrice, içinde bulunduğu durumundan hayli memnun görünüyordu. Bir ‘kültür şoku’ yaşayıp yaşamadığını sorduğumuzda, annesinden eski İstanbul hikâyelerini dinlediğini ve böyle bir töreni hiç yadırgamadığını söyledi.

Sanırım katılırsınız, bu kısa hikâyenin hissesi kimliklerle ilgili olmalı. “Nerelisiniz, kimsiniz” diye sorunca İsabella Rumluğunu, Türklüğünü, İtalyanlığını, markizliğini tereddüt etmeden bir kenara bırakıyor; “İstanbulluyum ben, başka bir şey değil, ama zaten onda da hepsi yok mu?”

14.09.2008/ Akşam

Hiç yorum yok: