26 Kasım 2008 Çarşamba

Faik Bulut: Türkiye’nin genleriyle oynanıyor




Faik Bulut bugünlerde tamamlanan üç kitaplık dizisi ‘Küresel Çağda İslam’da, Türkiye’de yaşanan pek çok tartışmanın dünyanın başka köşelerinde de sürdüğünü anlatıyor. Bulut’a göre laiklikten geri adımların atıldığı Türkiye’de toplumun genleriyle oynanıyor.




Faik Bulut
f o t o ğ r a f : E y ü p T a t l ı p ı n a r


“Belki de ‘İslam’ın küresel çağı’ demek daha doğru olurdu” diyor Faik Bulut, bahsettiği kavramın bugünlerde çıkan kitap dizisinin üst başlığı ‘Küresel Çağda İslam’la arasındaki ince farka işaret ederek. Zira ona göre İslam çıkışından bu yana, her biri diğerlerinden ayrı özelliklere sahip farklı çağlar yaşadı; Hz. Muhammed ve ardından gelen Emevi-Abbasi devirlerinde, Osmanlı imparatorluğu döneminde ve modern zamanlarda. Bugün ise daha önceki hiçbir döneme benzemeyen, bir merkezin olmadığı, çalkantılı, kendi içinde dinamik, çok çeşitli ‘İslamlara’ ev sahipliği yapan, ucunda neyle karşılaşılacağı kestirilemeyen sisli bir küreselleşme çağı yaşıyor.

‘Küresel Çağda İslam’ dizisinin ‘Batı ve Laiklik’ ile ‘Kadın ve Tesettür’ adındaki ilk iki kitabı önceki günlerde çıktı, üçüncü ve son kitabıysa şu sıralarda ‘Şeriat ve Siyaset’ adıyla çıkacak. Bulut, kendi görüşlerinden çok Doğu ile Batı medyalarından ve akademik dünyasından öne çıkan isimlerin İslam ve Batı hakkındaki fikirlerini aktardığı kitap dizisini, bizim için çoğu kere içinden çıkılmaz bir hal alan din-devlet-laiklik tartışmalarının dünyada nasıl cereyan ettiğini göstermek için yazdığını söylüyor.

“Bizde yanlış bir izlenim var” Bulut’a göre; “bütün İslam’ı tek bir sepetteymiş gibi görüyoruz genellikle, oysa İslam dünyası da kendi içinde tartışıyor, farklılaşıyor, mesela İslami projelerin çürük olduğunu anlatan görüşlerin Mısır’da, Cezayir’de, Ürdün’de tartışılıyor olması çok önemli, o tartışmalarla bir bağ kurmak, takip etmek gerekir.”

‘Küresel Çağda İslam’ dizisi biraz da bu eksiklikten yola çıkarak; devlet ve din (özel olarak da İslam) ilişkilerinden kaynaklanan sorunlardan ve hararetli tartışmalardan bir çıkış yolu ararken pek de yalnızlık çekmeyeceğimizi, dünyanın her köşesinde Türkiye’dekine benzer süreçlerin yaşandığını alıntılarla aktarıyor.

Laikliğin Türkiye’de Batı’daki örnekleri gibi gelişmemiş olmasına rağmen doğumuzdaki gibi ‘yabancı’ bir kavram olarak algılanmadığını, hatta ‘ev sahibi’ olduğunu söylüyorsunuz. Nedir Türkiye’deki laikliğin karakterini belirleyen şey?
Türkiye’deki laiklik anlayışı aslında Osmanlı’dan miras kalmıştır. Osmanlı da din ve devlet işlerini ayrı tutardı bir yerde, İslam toplumunun bazı özelliklerini bünyesine kattı ama esas olarak dini devletin güdümüne aldı. Bir yandan dini kontrol ediyordu, diğer yandan ise dini kıllanarak iktidarını meşrulaştırıyordu. Bu anlayış Bizans, Osmanlı, Jöntürk geleneğinden bize kaldı. Namık Kemal diyor vaktiyle, “biz Fransızlar gibi kopuş gösteremeyiz, bu laikliği devrimle değil İslami terimlerle yorumlayarak getireceğiz ama o dinin iktidara gelmesine müsaade etmeyeceğiz” diye. Dolayısıyla laiklik denen şey bir günde gelmemiştir bu ülkeye, kökleri, birikimi vardır, bu durumu Anglo-Sakson literatüründeki sekülerizme benzetebiliriz biraz, Mustafa Kemal de devrimini bu birikim üzerine yapmıştır zaten. Çoğu Müslüman ülkede laikliği savunanlara batının ajanı olarak bakılır, laiklik ithal bir şeydir onlar için çünkü, Türkiye’deyse ev sahibidir, dolayısıyla bazı direnç noktaları vardır. Ama bu ondan geri adım atılamayacağı anlamına gelmez, atılmıştır da zaten…

Türban tartışmalarında gelinen noktaya da bu açıdan bakıyorsunuz galiba.
Şu anda Türkiye toplumunun genleri bozulmuş durumda. Dini değerler hayatın her alanına hakim, fetvalarla hareket eden bir toplum haline geldik. Dini bireyin özel hayatının bir parçası değil de toplumun temel direği haline getiren bir süreçten geçiyoruz. Liberallerin yanıldığı nokta burası, türban olayını sıradan bireysel bir hakmış gibi gösteriyorlar, bir sürecin parçası olarak bakmak lazım. Dini emirler gereği okullarda bir kez türban takılmasına izin verdiğiniz zaman yarın o türbanlılar dini emirler gereği örtünmeyenleri de örtünmeye zorlarlar. Bu iş her zaman böyle olur, yarın öbür gün başka dini emirler çıkar karşınıza.

Şimdi atılmasına izin verdiğiniz adımların karşısında duramazsınız…
Bu bir süreç sorunu, genetik yapısına müdahale edilen toplum ya kanser olacak ya da ciddi mücadele verilecek buna karşı.

Bu mücadele nasıl verilecek? Bugüne kadar en dikkat çekici tepkiyi ordu gösterdi. Bugünlerde de bir tepki bekleyenler var ordudan.
Bunu ancak toplumun kendisi yapabilir, yeniden bir aydınlanma, topluma açılan tartışmalarla. Yoksa bu iş 28 Şubatların, muhtıralarla, parlamento içinde aritmetik hesaplarla halletmeye çalıştığı gibi yapılmaz. Türkiye’de aydınlanma bir iktidar sorunudur, rejimi her yönüyle yeniden sorgulamadan da bu iş olmaz. Toplumun yeniden kendine güven kazanması lazım çünkü. Türkiye’de laikliğin de savunucusu olan önemli kesimler iktidar perspektifini kaybetti, bir projeleri yok. Kültürel, ekonomik, sosyal bir proje sunamıyorlar topluma.

AKP projesi sayesinde mi güçlü?
AKP’nin projesi post modern toplumlar yaratmaya çalışan küreselleşmenin bir projesi aslında; cemaatler bir arada yaşayacak, herkes kendi hukukunu kullanacak, kendi kuralını koyacak ve demokrasi sayesinde bir arada yaşayacaklar. Bu durum, Amerikan hegemonyası anlamına gelen küreselleşmenin yayılmasına, Arap-İslam ülkelerinde taban bulmasına hizmet ediyor. Amerika da bu projeyi benimseyen ülkelere desteğini sunuyor.

AKP de bu projenin bir uzantısı yani…
Küreselleşmenin yayılması için 1990’larda ılımlı İslam diye bir kavram çıktı. Cezayir’de İslamcı parti yerel seçimleri kazandı, genel seçimlerle iktidarı da kazanmak üzereyken seçimler iptal edildi ve onlar da silaha sarıldı. Bu zamana rastlar ılımlı İslam projesi. Buna göre birincisi, silaha, zora, şiddete başvurmayan ama politik olan, seçimlerle toplumu değiştirmeye çalışan; ikincisiyse, ABD’nin çıkarlarıyla ters düşmeyen, demokrasiyi benimseyen grupları destekleyecekti ABD. Türkiye’de de ulusalcılar, ordu gibi kuvvetler varken AKP’yi destekledi kendi çıkarlarını uygulayacak grup olarak.

Biz orduyu da ABD’nin müttefiki bilirdik.
Buna bölgesel olarak bakmak lazım, Türkiye’yle olan işbirliği İslam dünyasındaki etkinliğini arttırmak için çok işine yarıyor ABD’nin. Ordu ya da Ecevit mesela, ABD çıkarlarını bugün destekler ama yarın ne yapacağı belli olmaz, zaten din düşmanı olarak görülüyor İslam dünyasında, AKP gibi ‘Müslüman’ bir grubu desteklemek çok daha işlevli dolayısıyla.

AKP bugün gücünün en büyük kısmını batının bu desteğinden alıyor. Bush her resmi temasında Türkiye’nin laikliğine vurgu yapardı, oysa Abdullah Gül’ün son ziyaretinde laikliği ağzına almadı, bu AKP’ye verdiği güçlü desteğin bir göstergesidir aynı zamanda.

Laiklik önemli bir kriter değil midir?
Şu devlet laikmiş şu İslamcıymış diye bakmaz, kendi çıkarlarını destekliyor mu desteklemiyor mu önemli olan o. Örneğin ABD’yle İngilizlerin Afganistan’da Taliban’la gizli gizli görüşmeye başladıkları konuşuluyor. Yarın öbür gün Pakistan çıkmazından, El Kaide’den kurulmak için Taliban’a destek verebilirler.

Batı derken Avrupa’nın da mı desteğini aldığını söylüyorsunuz?
11 Eylül, Londra ve Madrid saldırılarından sonra Avrupa da ABD’nin güvenlik eksenli politikalarının etkisine girdi ve ılımlı İslam projesini destekledi. Bu proje zaten büyük ölçüde kabul ettirdi kendisini, İslam dünyasında bile ‘radikal İslamcılar kötü ılımlı İslamcılar iyidir’ anlayışı hakim. Hatta mesela Türkiye’de CHP bu projeye karşı politika üretmez, onu ilgilendiren bu proje değil de AKP’nin takkiye yapıp yapmadığıdır.

Peki laiklerin bulacağı uluslararası bir destek, arkasına alacağı bir rüzgar yok mudur?
Yok, kendi çıkış yollarını kendilerinin bulması lazım. Bu sadece Türkiye’de böyle değil ayrıca. Tüm dünyada laikler parçalanmış durumda, kafaları karışık… Organize olup, kafalarını netleştirip topluma yeni projeler sunmaları lazım. Yoksa laikler-İslamcılar kutuplaşması yaratılarak çözülmez bu iş. Bugün muhafazakarlık da, ılımlı İslam da, dinlerarası diyalog toplantıları da, Kyoto çevre protokolü de aynı küreselleşme paketi içindedir. Bu pakete karşı içinde özgürlüklerin, sosyal politikaların, dünyanın geleceğinin olduğu yeni bir paketle ortaya çıkmak lazım, laiklik de böyle bir paketin parçası olarak sunulabilir ancak.

11.03.2008/ Radikal

Hiç yorum yok: