23 Ocak 2010 Cumartesi

Yılmaz Vural...


İmaj tazeliyorum!

Küme düşeceğine kesin gözüyle bakılan Kasımpaşaspor'un başına geçen ve son iki haftada büyük takımlara karşı ezici galibiyetler alarak sükse yapan Yılmaz Vural 'imaj tazeliyorum' diyor. 30 yılı aşkın teknik direktörlük kariyerinin en önemli hatalarından birinin, 'hatırlı kişiler'le ilişki kuramamak olduğunu düşünüyor. Heyecanını, sevincini, üzüntüsünü saha kenarında yaptığı 'ilginç' hareketlerle yansıtmasını hafiflik olarak algılayanlara ise 'Maradona'nın benden neyi eksik' diye soruyor...


06.12.2009/ Akşam Pazar


Yılmaz Vural, 30 yılı aşkın bir süredir takım çalıştırıyor. Henüz 1970'li yıllarda, okumakla, adam olmakla futbolun bir arada düşünülmediği zamanlarda antrenör olmak için Almanya'da eğitim almış. 1986'dan beridir bugünkü adıyla Turkcell Süper Lig'de. Aradan geçen 25 yılda Türkiye'nin farklı köşelerinde 20 civarında takımı çalıştırmış.

Biz daha çok sıcakkanlı kişiliğiyle; coşkusunu da, hırsını da, kızgınlığını da uçlarda yaşayan ve göstermekten kaçınmayan biri olarak tanıdık onu. Kimi zaman futbolcusunu kucaklarken, kimi zaman 'posta koyarken' izledik. Onun farkı, çoğu kişi için saha kenarındaki 'renkli' hareketleriydi. Hala 'renkli' biri ama artık biraz da temkinli; 'acaba bir yerlerde yanlış mı yaptık, daha mı ağır 'takılmalıydık', fazla mı malzeme verdik' gibi düşünceler aklında birbirini izliyor.

İki haftadır medyada yeni bir teknik direktör keşfedilmiş gibi ondan bahsediliyor. Nedenini biliyorsunuz; takımı Kasımpaşaspor daha bir ay öncesine kadar küme düşmesine kesin gözüyle bakılan bir takımken onun gelmesiyle canlandı ve önce Trabzonspor'u, ardından Fenerbahçe'yi ezici bir oyunla yenip sükse yaptı. İspanyol televizyonunda bile kendisinden övgüyle söz edildi. Bu renkli kişiliği, Yılmaz Vural'ı takımının kampında ziyaret ettik. Bizden önce gelenler vardı; bir aile liseyi birinci sınıftan terk edip futbolcu olmak isteyen çocuklarını Vural'ın yanına getirmiş, hem kulübe yazdırmasını hem de liseye devam etmesi için genci ikna etmesini istiyordu. Gencin somurtuk yüzü bir tek futbol kelimesini duyunca gülümsüyordu ama Vural yaklaşık yarım saatlik bir uğraşla kendisinden okuluna devam edeceği sözünü aldı, 'yoksa futbol da olmaz' diyerek...

15 YILDIR NUMARAM AYNI, HER YERDEN ARARLAR
- Size böyle aileler, gençler çok gelir mi?
Oluyor tabii böyle şeyler. Türkiye'nin her yerinde çalışmış biriyim ve insanlarla hep sıcak bir ilişki kurdum. 1994'te galiba cep telefonu çıktı, o gün bugündür numaram değişmedi. Başka şehirlerden de ararlar, İstanbul'dan da. Babam Göztepe'de oturuyor, oradaki esnafa telefonumu dağıtmış, maçlardan sonra arayıp tebrik ederler sürekli. Her yerde böyle ilişki kurunca yanıma gelmekten de kaçınmıyorlar, ben de gelenlerle kendim ilgilenirim.

- İki haftadır aldığınız galibiyetlerden dolayı sürekli haberlerdesiniz, memnun musunuz?
26 yaşımdan beri antrenörlük yapıyorum, birinci ligde 20 civarında takım çalıştırdım. Bir istatistik çıkarmışlar, çalıştırdığım takımlarla oynadığım Fenerbahçe maçlarında galibiyet üstünlüğüm varmış. Dolayısıyla bu tür galibiyetler normal, ben alışkınım ama medya biraz da malzeme gerektiği için çok büyük başarıymış gibi yansıtıyor. Rahatsız oluyorum aslında bu durumdan biraz, ayaklarını yerden kesiyorlar hem senin hem oyuncuların, sonra yere sağlam basamıyorsun. İki beraberlik alınca da yerin dibine sokabiliyorlar, dengesizlik var maalesef. Türk insanının özelliği bu.

İŞİN TEK SIRRI ÇALIŞMAK
- Tedirgin oluyor musunuz peki 'iki hafta sonra yenilirsem' diye?
Sürekli çıkış halinde olamazsınız, elbette bir yerde duracak, inişe geçeceksiniz. O zaman ne diyecekler diye bir tedirginlik yaşanması normal bu ortamda.

- Takımınıza geldiğinizde küme düşeceğiniz kesin görünüyordu, çıkışı nasıl yakaladınız?
İşin tek bir sırrı vardır o da çalışmak. Kabiliyetli olabilirsin ama çalışmazsan anlamı yok futbolda. Modası geçmiş yöntemlerle çalışmakla da olmuyor. Burada 20 kişi top oynasın diye arkasında 200 kişi çalışıyor. Oluşturacağınız ekip çok önemli.

- Kazandıkça hedef büyür mü?
Ben öyle şeylere karşıyım, kümede kalmak için yola çıkmış bir takım iki maç kazanınca hedeflerini büyütmez. Hedefler maçtan maça değişmez. Ligde kalma puanını aldıktan sonra diğer maçları kazanıp tırmanmayı düşünürsün tabii ama Türkiye'de ligde kalma puanı 39 civarındadır, daha almamız gereken çok puan var bunun için. Şimdi 'bu takım küme düşmez' imajı oturdu, bu güzel bir şey.

- Oyun anlayışınız nasıldır, göze hoş görünen oyun mu istersiniz yoksa galibiyet yeterli midir?
Futbol çok sosyal bir olay, sanattan farklı değil. Tiyatroya, sinemaya giden de, futbol izleyen de güzel bir şey görmek ister. Ben dünyada savunma futbolundan keyif alanı görmedim. Güzel bir oyun izletmek lazım. 1-0 kazanacağıma 5-4 kazanmayı tercih ederim. Kasımpaşa zaten ligin çok gol atan takımları arasına girmiştir artık.

- Türkiye'de böyle futbol seyircisi var mı gerçekten?
Var tabii neden olmasın? Kendimi örnek vereyim; Beylerbeyi biriyle oynuyor gidip izliyorum. Arkadaşlarım da buraya gelip izliyorlar, Adnan Şenses de geliyor mesela Mehmet Ali Erbil de. Nasıl sinemaya gidiyorsun, stat da hemen burada, iki saat otur maçı izle sonra işine dön tekrar. Güzel oyuna ve seyirciye inanıyorum ben. Fakat tabii puan, galibiyet önemsiz demek değildir bu. Yoksa Antalya'da yaşadığımız gibi keyif vere vere oynarsın, sonra da ligden düşersin. Ama en azından orada oynadığımız altı maçı hala hatırlıyor insanlar, 'Beşiktaş maçında da şöyle güzel oynamıştık' gibi...

ANTALYASPOR LİGDEN DÜŞÜNCE 2 YIL KENDİME GELEMEDİM
- Antalyaspor'u ikinci ligden birinci lige çıkarmış, sonra tekrar düşmüştünüz. En büyük başarısızlığınız bu muydu?
Hala orada benim takımı bırakmama üzülenler var. O küme düşmüş takımın üç oyuncusu A Milli Takım'a gitti. Bir yıl önce amatör kümeden aldığımız futbolcular Fenerbahçe'ye, Galatasaray'a transfer oldular. Oyuncu satarak 5 trilyon kazanan kulüp, borçlarını eritti. Takımda İngiltere'deki menajerlik sistemi gibi bir yönetim anlayışı oturtturduk. Ama takım küme düştü, tek kriterin buysa, evet başarısız oldum. Takım 39 puanla küme düşmüştü, Türkiye tarihinde o puanla düşen üçüncü takımız. Ligin bitimine yedi hafta varken 37 puandaydık, belki de birileri kasıtlı olarak tıkadı yolumuzu. O çalışmanın sonucu, küme düşmek olmamalıydı.

- Çok etkilendiniz galiba o olaydan, futbolu bırakmayı düşündünüz mü?
Bu işin keyfi çok başka, yoktan var etmek gibi bir şey, bunun hazzını yaşadınız mı bırakamazsınız. Fakat o küme düşme olayında çok üzüldüm. İki sene onun psikolojik yıkımından kurtulamadım. Antalyaspor'un düşmesi bana çok irtifa kaybettirdi. Ondan sonra Manisa'da, Kocaeli'nde de çalıştım biraz ama maalesef onlar da küme düştü benden sonra. Keşke çalışmasaydım diye pişman oldum. Hayatımda o kadar çok darbe yememiştim. Şimdi oralardaki başarısızlıkları açıklamak durumunda değilim, o camiaları küçültürüz sonra, kol kırılır yen içinde kalır derler ya, onun da acısını biz çekiyoruz işte, yoksa suçlusu biz değiliz. Koca camialar zarar görmesin diye kendimizi feda ettiğimiz yerler az değildir. Şimdi çok şükür imaj tazeliyorum yine.

- Futbolcularınızla aranız nasıldır, rahat mısınızdır saha dışındaki gibi?
Benden çok çekinirler, dışarıdaki gibi değilimdir. Normal hayattaki kişiliğinizi işinize taşımanız gerekmiyor zaten, ayrı şeyler. Kişiliğimdeki acıma duygusu işte yoktur, orada adaletli olmak lazım. 1 milyon lira para kazanıyor adam, o adam normal biri değildir ki artık, bir iştir, ona göre davranırım. Böyle bir gaddarlığım vardır, hiç acımam. Yeri gelmiş tokat da atmışım, kucaklamışımdır da. Eleştiriliyorum bazen ama bu benim tarzım.

- Çok konuşulur, 'hoca devre arasında soyunma odasında futbolculara şunları şunları dedi, ikinci yarıda takım canavar gibi oldu' gibi... Siz oyuncularınız nasıl motive edersiniz?
Bunlar kelimelerle anlatılmaz ki. Ama tabii şunu söyleyebilirim, oyuncular artık eskisi gibi vatan millet Sakarya edebiyatıyla motive olmuyorlar. Kişisel özelliklerine hitap etmek gerekiyor. Günün şartlarına, psikolojisine göre onun iç dünyasına hitap edecek, enerjisini çıkaracak motivasyonu buluyorsun sen.

LOBİ FAALİYETİNİ BECEREMEDİM
- Fenerbahçe'yi çalıştırmayı istediğinizi okuyoruz gazetelerde, Fenerbahçeli misiniz? Büyük takım çalıştırmak ne kadar önemlidir?
Profesyonel hocanın takım tutma hakkı yok ama çocukluğumu sorarsan Sakaryaspor'u tutuyordum, orada doğup büyüdüm, top oynadım. Büyük takımı çalıştırmayı herkes ister, neden istemeyeyim? Şampiyon olma ihtimaliniz yüzde 33'tür. Uluslararası turnuvalarda oynuyorsunuz. Bizde hep tartışılır, 'sizin böyle bir deneyiminiz yok' diye, şans vermezseniz deneyim olur mu?

- Neden size büyük takımlarda şans vermiyorlar, kulisler etkili oluyor mu?
Evet, bir de o boyutu var. İşi bilmeniz yeterli olmuyor. Bir yerlere tek başına gelemiyorsun, başkaları getiriyor. Burada eksikliğim oldu, çevre edinme konusunda. Bu tür insanlarla ilişki kurmayı, lobi faaliyeti yapmayı beceremedim, bunu itiraf edebilirim. Kendim için bir şey istemek hep zorlandığım bir konu olmuştur.

- Vaktiyle Şenes Erzik Milli Takım'ın başına Sepp Piontek'i getirdiğinde sizi yardımcısı yapmak istemiş ama siz kabul etmemişsiniz...
O zamanlar çok gençtim, 1989'du, 36 yaşındaydım. Yabancı hocanın yanında çalışmak karşı olduğum bir şeydi, prensipli davranıp kabul etmedim o yüzden. Yoksa hakkımda çok konuşurlardı; 'hep böyle dedin, gittin yabancıyla çalıştın' diye. Bundan da korktum doğrusu. Bilmiyorum kaç kişi reddederdi böyle bir teklifi?

YOBAZ DEĞİLİM, DÜNYANIN HER YERİNİ GEZDİM
- Neden karşısınız yabancı hocaya?
Yanlış anlama, çok yobaz anlayışta biri değilim. Dünyanın bütün kıtalarını gezdim mesela merak ettiğim için. Yabancı hocaya karşı olmamın nedeni kültürel farklılıklar, iletişim meselesi. Buradaki bir gençle ilgilenecek birinin onun her şeyini, yaşam tarzını, duygusal yönünü, sosyal sınıfının problemlerini bilmesi lazım. Yabancı hocayla bu olmuyor. Yoksa Hiddink de geldi Aragones de, bir yılda gitti hepsi. Tek kelime Türkçe öğrenmediler, burayı tanımak için çaba da harcamadılar.

- Üç büyükleri nasıl buluyorsunuz, şampiyonluk adayınız kim?
Bana başka takımı sormayın.

- Milli takımı sorsak; istikrar sorunu var, eksik şeyler mi yapılıyor?
Türkiye'de istatistikler diyor ki 7-18 yaş grubundan 18 milyon çocuk okula gidiyormuş. 18 milyonluk kaç ülke var Avrupa'da? Buradan sanatçı, futbolcu her şey çıkar. Çıkmıyorsa demek ki bu kalabalığı organize edemiyoruz. O zaman yöneticilerin suçudur, teknik adamın değil. Bana hangi potansiyelden seçme hakkı veriyorsun ki? Ülkedeki 400 futbolcudan seç diyorsun, rakiplerim 2 milyon kişiden seçiyor. Teknik-taktik eksikliğinden değil yani bu işler. Türkiye'de gençlerin eğitilmesinden milletin ödü kopuyor, eğitilince ne olacaksa artık?

TESADÜFEN TEKNİK DİREKTÖR
- Çok genç yaşta antrenörlüğe adım atmışsınız, bu fikir nereden çıktı o yaşta?
Tekirdağspor'da oynuyordum, 21 yaşındayken ayağım sakatlandı. Üniversite sınavlarına girmiştim o yıl. Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi'ne puanım tuttu, 'şu gün gel' dediler. Gittim ama 'yarım puanla kaçırmışsın kaydını yapamayız' dediler bu sefer de. O ara sakallı bir çocuk girdi odaya, 'hocam benim çıkışımı verir misiniz, ben spor akademisine gireceğim' dedi. Kulak kabartıp sorunca okulun 19 Mayıs Stadyumu'nun içinde olduğunu, puanımın da yettiğini öğrendim. Hemen bir taksiye binip gittim, mesai saati bitmek üzereydi, dediler ki 'kayıtlar bugün son, mesai de bitti.' Israr edip bütün şansımı zorladım, 54 doğumluları alıyorlarmış, ben 53 doğumlu olduğum için alamazlarmış. Odalar arasında öyle koşuştururken tanıdık birini gördüm şansıma, hemen kaydetti o da beni. 3 bin 500 kişi sınava girdik tekrar, 13. oldum. Tesadüf yani biraz. Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk büyük bir törenle 19 Mayıs Stadı'nın temeli atmıştı. Stat 19 Mayıs'ta yarım vaziyette açıldığında biz de geçit töreni yapmıştık. 'İşte bunlar ülkenin sporunu kurtaracak adaylar' diye bizi gösterip bağırıyordu biri hoparlörden. O dönemde bizden spor adamı çok az çıktı. Hepsi çaycı, şoför oldu. Ama benim aklıma orada girmişti.

DUYGULARINI KONTROL EDEMEYEN BİRİ GİBİ GÖRÜNÜYORUM
- Sevincinizi de, üzüntünüzü de, kızgınlığınızı da 'uçlarda' yaşıyor gibi görünüyorsunuz. Mesela saha kenarındaki hareketlerinizden özel klip yapılıyor futbol programlarında. Rahatsız oluyor musunuz böyle gündeme gelmekten?
Benim belki daha medyatik bir tarafım var, vücut dilim insanların hoşuna gidiyor, kimisi yapsa da yakışmaz belki. Ekrana daha sıcağım belki, bir şeyler buluyor ki medya çekiyor, yoksa kocaman bir kamerayı 90 dakika boyunca kimseye vermezler. Bizde işin teatral bir boyutu var. Şovmen diyenler oluyor ama şovmen değilim tabii. Yine de 'acaba malzeme vermesem daha mı iyi, yanlış mı yapıyorum' diye düşünüyorum. Sakıncalı oluyor biraz tabii.

- Neden sakıncalı buluyorsunuz?
Hafiflik olarak algılanıyor. Duygularını kontrol edemeyen biri gibi görünüyorum. Fatih Altaylı vaktiyle Galatasaray'da yöneticiyken beni teklif etmiş. Başkan Özhan Canaydın da 'antrenörlüğüne bir şey demem ama hafif kalır, bizim camia böyle davranışları kaldırmaz' demiş. Fatih Altaylı bunu yazdı böyle, bana 'hocam tavsiyem ağır ol molla sansınlar' dedi. Yani Chelsea'den gelip benim gibi davransa, 'Aa, ne kadar sempatik hoca' derler. Fatih Terim ya da Maradona abartılı hareketler yaptığında onlar hafif mi oluyor şimdi? Benden aşağı kalır yanı var mı Maradona'nın? Ben bohem insanımdır, yaşamı doyasıya yaşarım, kafama göre davranırım, toplum böyle yap dedi diye yapmam ama bu Türkiye'de bir hata, dışlıyorlar insanı. Dolayısıyla bir teknik adam olarak acaba yapmasaydım diye düşünüyorum, bir yerlere gelemiyorsun çünkü. Burada benim de kabahatim var galiba.

http://www.aksam.com.tr/2009/12/07/haber/pazar/468/imaj_tazeliyorum_.html

Hiç yorum yok: