23 Ocak 2010 Cumartesi

Altın Portakal'lı belgesel Amerikan hapishanelerinde!

Melis Birder belgeselinin kahramanlarından biriyle.

Altın Portakal

ödüllü belgesel

Amerikan hapishanelerinde

vizyonda!

Macera arayışıyla gittiği New York'ta mahkum yakınlarının belgeselini çeken Melis Birder, Altın Portakal kazanan filmini şu sıralarda Amerikan hapishanelerinde göstermek için çalışıyor. Hapishanede yatan eşini ziyarete giderken bu filmi çekmeye karar veren Birder, daha önce de savaşın ortasındaki Irak'a gidip belgesel çekmiş.


01.11.2009/ Akşam Pazar

Önceki hafta düzenlenen Antalya Altın Portakal Film Festivali'nin dikkat çekici yapımlardan biri New York'ta yaşayan Melis Birder'e aitti. En İyi Belgesel Film Ödülü'ne değer bulunan 'Ziyaretçiler' adlı belgeselde, hapishanede kalan yakınlarını görmek için her cuma günü New York'taki 59. Cadde'den kalkan otobüslere binen mahkum yakınlarının yolculuğu ve hapishanede yaşadıkları anlatılıyor.
'Macera aramak için' İstanbul'dan kalkıp New York'a giden Birder, filmini dört yıl boyunca her hafta sonu hapishaneye düşen eşini ziyarete giderken çekmeye karar vermiş. Birder, şimdi Atın Portakal kazanan bu hikayeyi, pek kolay olmasa da Amerikan hapishanelerinde göstermek için çabalıyor; birinde gösterilmiş bile, sırada diğerleri var. 'Ziyaretçiler', Birder'in ilk belgeseli değil. Daha önce de 2004'te, savaşın en sıcak zamanlarında macera peşinde Irak'a gitmiş ve oradaki bir kadının hikayesini 'Bağdat'ta Tek Başına' adıyla çekmişti.

İÇGÜDÜSEL BİR NEW YORK MACERASI
Bu 'macera arayışı'nın Birder'in yaşamını şekillendiren en önemli motivasyon olduğu söylenebilir. New York yolculuğuna çıkışını şöyle anlatıyor; 'New York'a 1994'te geldim. Ortaokul yıllarından beri Türkiye dışına çıkmak istiyordum. İçgüdüsel bir his... Bir tür kaçma hissi. Aileden, arkadaşlardan, mahalleden, sizi siz yapan şeylerden kopmak. St.Michel Lisesi'nden sonra İstanbul İşletme'den mezun oldum. 'Ne öğrendin' derseniz, Fransızca dışında bir şey öğrenmediğimi söyleyebilirim. Bana Türkiye'de öğrenemeyeceğim, yaşayamayacağım şeyleri verecek, kendimi yeniden tanımlayabileceğim bir şehir gerekiyordu. Beş arkadaş bu hislerle New York'a geldik. Sıfırdan başladık. Ben Türkiye'de o zamanlar reklam yazarlığı yapıyordum, 1994 krizinde işimi kaybetmiştim fakat yine de rahat bir hayatımız vardı. Bu 'rahat', fakat bize göre sıkıcı hayatı terk edip bu maceraya atıldık.'

New York'a ayak bastığı haftanın sonunda bir Türk lokantasında işe başlar Birder. İşi evlere kebap taşımaktır; 'İlk teslimatımı hiç unutmam, Manhattan'da pek yokuş yoktur ama o gecenin ayazında ellerimde kebapla yokuşu tırmanırken, 'ne yaptım ben, şimdi ne yapacağım' sorusu aklıma geldi ve içimi korkular kaplamaya başladı.' Onu New York'a bağlayansa bu korkularının üstesinden gelme çabası ve bu sırada geçirdiği zaman olur.

HİKAYE ARAMAYA IRAK'A...
Babasının elinden tutup Beyoğlu'nda alt yazılarını bile okuyamadığı sinemalara giderken, görüntülere bakıp hayallere daldığı çocukluk yıllarına uzanan bir sinemaseverliği vardır. New School'da 'çok iyi bir hocadan' sinema dersleri alır ve belgesel filmle tanışır. Çeşitli kurumlar için belgeseller çektikten sonra, Bush'un politikalarından sıkıldığı bir gün, Irak'ta savaş tüm sıcaklığıyla sürerken bir arkadaşı aracılığıyla Irak'a gider; 'Oraya gidiş nedenim yine bir macera arayışından denilebilir. Irak'ta film çekmek beni belgeselci olarak farklı bir yere getirecekti. Bir tür okul gibi düşündüm. Amacım bir hikaye yakalayıp onun peşinden gitmekti. Belki de cahillikten dolayı başıma korkunç şeyler gelebileceği düşüncesine hiç kapılmadım ve Bağdat'ta tesadüfen Kevkeb'le tanıştım.' Kevkeb'in hikayesini çektiği üç hafta boyunca Iraklılar kendisine çok cana yakın ve cömert davranırlar. Hangi eve, işyerine, okula gittiyse kapılar ardına kadar açılır; seslerini duyurmaya, konuşmaya ihtiyacı olan insanlar onunla duygularını paylaşır. İlgiyle karşılanan belgeseli, sanatın prestijli merkezi MOMA'da gösterilir.

Birder'in 'Ziyaretçiler'i çekmesi için de epey uğraşması gerekir. 'İçeride' çekim yapma iznini almak için 2 yıl uğraşır. Hapishaneye yakınlarını görmeye giden kadınlar, anlattıklarını gardiyanların duyması halinde mahkumlara daha kötü davranacaklarını düşündükleri için konuşmaya pek yanaşmazlar. Bir gün Denise çıkıp konuşmak istediğinde gerisi çorap söküğü gibi gelir. İkna olmalarının bir nedeni Birder'in de kendileri gibi bir 'ziyaretçi' olmasıdır; 'İlk eşimi 4 yıl boyunca her hafta sonu ziyarete gittim. Fakat ilişkimiz bu 'hapis hayatı' içinde süremedi. Basitçe özetlersem, fiziksel ve ruhsal açıdan yenilgiye uğramıştım. Ve hapis otobüsüne bu kez kameramla geri dönüp belgeseli yaparak, sisteme karşı savaşı bu şekilde kazanmak istedim sanki. Belki de benim için terapi oldu 'Ziyaretçiler'.'

BENİM İÇİN KİŞİSEL BİR SAVAŞTI
25 yıl boyunca hapishanedeki kocasını görmeye gidenlerin olduğunu, dışarıdan bazılarınca aptallık olarak görülen bu davranışın aslında onurlandırılması gerektiğini söyleyen Birder, Amerikan ceza sistemiyle ilgili çarpıcı bilgiler veriyor. Dünya nüfusunun yüzde 5'ine sahip bu ülkedeki mahkumlar, tüm dünyadakinin yüzde 25'i; yani dünyadaki en fazla mahkum burada. 1965'te hapishane nüfusu 300 bin iken bugün 2,5 milyona çıkmış. Birder'e göre bu büyümenin nedeni eğitim yerine cezaya odaklanan politikalar. Sadece New York'ta 70 hapishane var ve bunların çoğu artık çiftçilikle geçinemeyen, şehre çok uzak köylere kuruluyor. İşin çarpıcı boyutu o ki, hapishaneler ve gelen ziyaretçiler bir taraftan bu köylerin tek geçim kaynağıyken diğer taraftan 'lanetlenmiş' durumdalar. Onlar köylere geldiğinde restoranlar kaplılarını kapatabiliyor örneğin.

'Ziyaretçiler'in İstanbul Film Festivali'nde yapılan galasında bir izleyici Birder'e bu konuları kendi ülkesinde neden anlatmadığını sormuş. Birder'in cevabı şöyle; 'Bir açıdan doğru ama benim için kişisel bir savaş bu ve bu mücadele sırasında çok şey öğreniyorum. İnşallah birikimimi Türkiye'de de kullanacağım. Türkiye'yle ilgili de hayallerim ve projelerim var.'

http://www.aksam.com.tr/2009/11/01/haber/pazar/426/altin_portakal_odullu_belgesel_amerikan_hapishanelerinde_vizyonda_.html

Hiç yorum yok: