13 Aralık 2008 Cumartesi

kitap/ Barry Rubin/ İstanbul Entrikaları


Amerikalılar, Almanlar, İngilizler, Ruslar… İkinci Dünya Savaşı’nda çarpışan büyük güçlerin gizli planlarının kesiştiği yerde, bombardımanlardan uzak kalmayı başarabilmiş İstanbul bulunuyordu. Kozlar büyük, entrikalar çılgıncaydı… Türkiye uzmanı araştırmacı yazar Barry Rubin, 'İstanbul Entrikaları' adlı kitabında casusluk merkezi İstanbul’dan gerçek ve sürükleyici öyküler anlatıyor.




‘Hu Hu Bebeğim, Ben İstanbullu Bir Casusum’

İngilizlerin savaş planlarını Almanlara satan İngiliz büyükelçisinin mütevazı Arnavut uşağı, aslında kimin için çalışan ünlü bir casustu? Romanya’dan bir İngiliz tankeriyle İstanbul boğazına getirilen Polonya altınlarının kaderiyle, CİA’nın öncülü olan Amerikan istihbarat dairesi OSS’nin İstanbul temsilcisi arasında ne tür bir bağ vardı? İstanbul’daki gece kulüplerinin gözde parçası “Hu Hu Bebeğim, Ben Bir Casusum” şarkısının sözlerini yazan acemi casus hangi ülkenin istihbaratında çalışıyordu? Görülmemiş bir Sibirya kışının geride kaldığı 24 Şubat 1942’nin Ankara’sında, güzel havalara hasret kalmış Alman büyükelçi Von Papen’e sokakta yürüyüp güneşin tadını çıkarırken suikast düzenleyen canlı bomba kimdi? Almanlar için mi, Ruslar için mi çalışıyordu? Suikast nasıl planlanmış, planlar nasıl bozulmuştu?

Bu soruların sınırsız hayal gücü ürünü olan casusluk romanlarını ya da filmlerini işaret ettiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Cevaplar bizzat gerçek hayatta. İkinci Dünya Savaşı yıllarında İstanbul, en zekice film senaryolarına taş çıkarırcasına, önceki satırlardaki gibi pek çok ilginç casusluk olayına, entrikaya ve farklı ülkelerden en az 17 istihbarat örgütüne ev sahipliği yapıyordu. O kadar ki; komplolar, casuslar, şifreler, entrikalar ve amaçlar birbirine karışmıştı…

TÜRKİYE UZMANI YAZAR
Türkiye ve Ortadoğu uzmanı İsrailli araştırmacı yazar Barry Rubin, “İstanbul Entrikaları” adlı eserinde “casusluk merkezi İstanbul’dan gerçek öyküler”i anlatıyor. Konuyla ilgilenenler ve meraklılar açısından Rubin yabancı bir isim olmayabilir, zira kitabının Türkçe basımı 1994’te de yapılmıştı. Çok daha yakın bir tarihte, 22 Temmuz seçimlerinin hemen ardından ise Jerusalem Post’ta yazdığı Türkiye analizi ile dikkat çekti. Parantez içinde Rubin’in söz konusu analizinde, AKP’nin artık hemen herkesin ikna olduğu ılımlılığına temkinli yaklaşmak gerektiği fikrini işlediğini belirteyim.

İsrail’in prestijli güvenlik ‘think-thank’i Herzilia bünyesinde hizmet veren Küresel Araştırma ve Uluslararası İlişkiler Merkezi’nin (GLORİA) direktörü olan Rubin, bugüne kadar pek çok makale ve 40’ın üzerinde kitap yazmış. Tahmin edersiniz ki bu kitapların büyük çoğunluğu Ortadoğu ve Türkiye’yi konu ediniyor.

Yazarın Doğan Kitap’tan çıkan eseri “İstanbul Entrikaları”, araştırma niteliği taşımasına karşın plajda güneşlenirken bile okunabilecek bir romanın rahatlığına ve sürükleyiciliğine sahip. Kitaba aynı zamanda resmi tarihin sıkıcılığından uzak bir sözlü tarih çalışması gözüyle de bakılabilir. Rubin “birkaç yıl süren araştırma ve yazma sürecinde”, kimi zaman özel izinlerle ulaştığı istihbarat raporlarından, belgelerden, günlüklerden ve ‘görgü tanıkları’ndan yararlanmış, pek çok kurum ve kişi kendisine ‘malzeme’ desteği sağlamış.

ÇIKARLARIN VE AJANLARIN MERKEZİNDE ROMANTİK BİR KENT: İSTANBUL
Kitabın sayfalarını çevirirken, bugün artık neredeyse klişeleşmiş bir kavrama dönüşen ‘Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik önemi’nin bir zamanlar ne kadar elle tutulur olduğu görülüyor. Zaten ajanların da, gizli planların da, İkinci Dünya Savaşı’nın tüm yıkıcılığıyla hüküm sürdüğü 1939-1945 yılları arasında, kendilerine bombardımanlardan uzak kalmayı başarmış İstanbul’u merkez seçmesinin nedeni bizzat bu ‘önem’di.

“Almanlar, Sovyetleri yenmek ve Ortadoğu’ya girmek için dayanak noktasına gerek duyuyordu. İngilizler ve Amerikalılar, Balkanları Alman denetiminden kurtarmak için Türkiye’den üs elde etmeye çalışıyordu. Türkiye’nin yüz yıldan daha eski baş düşmanı Ruslar, Karadeniz’i denetleyebilmek ve Akdeniz’e geçişi sağlamak için İstanbul’u ve Boğazları istiyordu. İngilizler ve Amerikalılar, Nazi işgali altındaki Doğu Avrupa’ya İstanbul’dan casusluk ve yarı askeri amaçlı operasyonlar düzenliyordu. Almanlar etki sağlamak ve bilgi toplamak için yetkililere rüşvet veriyor, Ruslar ajan kiralıyordu.”

“Kozlar büyük, bu yoldaki çaba çılgıncaydı.” Ajanlar ve onların istihbarat servisleri, türlü manevralarla tarafsız kalmaya çalışan Türkiye’nin hangi cepheye katılacağını öğrenmek için ipucu peşinde koşturup, kendi safına çekmek için entrikalar düzenlerken; Türkiye “Emniyet”i de hangi ajanın kim için çalıştığını, hangi ‘hain plan’ın uygulayıcısı olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Herkesin kuyruğunun birbirine değmemesi mümkün değildi. Örneğin biri Alman diğeri Amerikalı iki istihbarat ajanını kendisine aşık eden Macar şarkıcılara rastlanabiliyor, ya da üç dört tarafa çalışan ajanlar kimin için kime ihanet ettiklerini zaman zaman unutabiliyorlardı. Böylesine karışık bir ortamda birden çok müşteriye satılacak sahte ve yanlış bilgiler üretmek için büyük bir sektörün ortaya çıkması da gecikmeyecekti.

“Yine de o yıllarda o denli çok kişinin, o denli çok davaya ihanet etmesinde şaşılacak bir şey yoktu” diyor Rubin; “İstanbul, ölümüne savaşan düşmanların şık lokantalarda yan yana uzanan masalara oturup Çigan müziği dinlediği tarafsız bir kentti. (…) Bombalanmış binaların, yoklukların ve korkunun topraklarından güçlükle kaçanlar, bolluk ve barış içinde bir yere gelmişlerdi. Başka yerlerde yaşamlarını her gün tehlikeye atanlar için, içlerinden birinin söylediği gibi, İstanbul’daki en acil sorun, garsonun ‘Yemeğinizle kırmızı şarap mı, yoksa şampanya mı alırsınız?’ sorusuydu.”

Vatan/ Kitap Eylül 2007

Hiç yorum yok: