13 Aralık 2008 Cumartesi

sergi/ Doğu’nun tüm ‘güzelliklerini’ keşfedin









Afrika çöllerinden İstanbul manzaralarına, Mustafa Kemal’den Nicolas Sarkozy’e, ‘insan hayvanat bahçeleri’nden ‘erotik’ diyarların keşfine uzanan ‘renkli’ bir oryantalizm macerasına ne dersiniz? ‘Enteresan’, ‘gizemli’,‘erotik’
ve ‘ilkel’ Doğu sizi bekliyor.


Doğu’nun tüm ‘güzelliklerini’ keşfedin

Açık kaldığı 190 gün boyunca 30 milyondan fazla kişi tarafından ziyaret edilen bir sergiyi gözlerinizin önüne getirebiliyor musunuz? İhtişamlı övgülerin bile anlamını yitirdiği böyle bir sergiyi canlandırmak çok kolay olmasa gerek. Günümüzün en popüler müzelerinden Tate Modern’in ve Louvre’un yılda ortalama 6 milyon ziyaretçiyi ağırladığını duymak canlandırmanıza yardımcı olabilir mi acaba? Yaklaşık üç yıllık bir hazırlığın ardından 1931’de Paris’te açılmıştı söz konusu sergi. Bu devasa organizasyonda 5 bin metrekarelik alanda 55 metre yüksekliğe varan tapınakların birebir kopyaları, ‘otantik’ yerleşimler ve buralardaki günlük hayat ‘sanatseverlerin’ ilgisine sunulmuştu. Serginin herkeste merak uyandıran esas ‘objeleri’ ise Çin’den Ortadoğu’ya, Afrika’dan Amerika’ya uzanan geniş coğrafyadan seçilen, farklı ‘egzotik’ dünyaların 1.500 kadar yerli insanıydı.

Aslında sömürgeciliğin en karanlık yüzünü gösteren bu tür uluslararası sömürge sergilerini ilk kez 1874 yılında, o zamana kadar hayvanat bahçeleri için hayvan tedarikçiliği yapan Alman girişimci Karl Hagenbeck icat etti. Zamanla ‘insan hayvanat bahçeleri’ adıyla anılacak bu canlı sergilerden ‘Bir Günde Dünya Turu’ gibi gayet masum başlıklar altında 1930’lu yıllara kadar onlarcası düzenlendi ve ‘asıl meselesi’ Afrika’yı da kapsayan bir ‘doğu’ mitini insanlara tanıtmaktı.

Tüm bu sergilerin taşıdığı oryantalist mesaj, 1978’de bu konu üzerine yazmış olan Edward Said’in belirttiği gibi apaçık politik anlamlar içeriyordu; giyimleri kuşamlarıyla, gelenekleriyle ve davranışlarıyla bu enteresan ‘seyirlikler’ gerçekte medeniyetten nasibini almamış ilkel insanlardı ve üstün ‘batı’ tarafından yönetilmeyi hak ediyordu.

Sömürge sergilerinin mantıki sonuçlarına ulaştırdığı oryantalizm, bugünlerde Osmanlı Bankası Müzesi’nde açılan ‘Doğuyu Tüketmek’ başlıklı serginin konusu. Prof. Dr. Edhem Eldem’in küratörlüğünü üstlendiği 2 Mart 2008’e kadar sürecek sergi, 19. yüzyılın sonlarından itibaren batının tüketim kültüründe, tüketicinin hayal gücüne ve arzularına cevap verecek şekilde gelişen doğu imajını ve bu imajın yayılmasına imkan veren reklam afişleri, çizgi romanlar, gezi rehberleri, kartpostallar, resimli ambalajlar gibi araçları konu ediyor.

Sergide en çok dikkat çeken, Eldem’in özel bir ayrıcalıkla ulaştığı Kazablanka’daki Abderrahman Slaoui Vakfı’nın paha biçilmez koleksiyonundan seçtiği büyük boy afişler. Görkemli tabloları andıran afişlerde (ve tabi bütün diğer sergi objelerinde de) ‘doğu’ sürekli benzer klişelerle yeniden ‘keşfediliyor’; çöl, kum, palmiyeler, piramitler, minareler, develer, çarşaflı kadınlar ve kullanımının sonu hiç gelmeyecekmiş hissi veren, ‘doğu’ya gönderme yapmanın belki de en işlevsel ve yaygın yöntemi, mimari bir unsur olan mağribi tipi kemerler…

ORYANTALİST MUSTAFA KEMAL
Oryantalist bakış açısını tipik klişeler, cazip çizimler ve canlı renklerle taşıyan bu büyük afişler arasında dolaşırken gördüğünüzde şaşıracağınız küçük bir siyah beyaz fotoğrafla karşılaşacaksınız: Genç Mustafa Kemal, Sofya sefaretinde askeri ateşeyken davetli olduğu bir maskeli baloda, yeniçeri kıyafetleri içinde bir eli kılıcının kabzasında gayet rahat bir poz vermiş. Bu matrak fotoğraf aslında oryantalizm denen şeyin ne denli güçlü olduğunun ve batılılaşmaya çalışan Osmanlı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin bu bakış açısını, kendi oryantalizmini yaratmaya götürecek kadar kabullenişinin göstergelerinden biri olarak okunabilir. Bir zamanların ‘geleneksel’ ordusunun kıyafeti, bu genç ve modernist subay için artık maskeli baloda sergilenecek egzotikliğe dönüşmüştür.

ORYANTALİZM: İKİYÜZYILLIK BİR MACERA
Aslında hangisinin daha fazla önem taşıdığına karar vermenin kolay olmadığı pek çok etkenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı oryantalizm. Yine de hızlı bir tarih yolculuğuyla bu kavramı anlaşılır kılmak mümkün. 18. yüzyılda Avrupalılar için Doğu Akdeniz’e ulaşmak önceki dönemlere göre kolaylaşmıştı. Doğuya özel olarak gönderilen ressamların sayısı artmış, doğudan gelen nesneler, giysiler aracılığıyla üst sınıflar arasında ‘turquerie’ modası yayılmıştı. Hep hayranlık, merak ve hatta nefretin oluşturduğu doğu imajına 18. yüzyılın sonlarına doğru üstünlük duygusu da eklendi, zira Osmanlılar artık bir yüzyıl öncesinin ‘korkunç Türkler’i değildi. Batı ile Doğu arasındaki ilişkilerin kırılma noktasını temsil eden Napolyon’un 1798’deki Mısır işgaliyse, iki dünya arasındaki karşılıklı algılamanın sonsuza kadar değişmesine neden oldu. Byron, Delacroix, Hugo gibi dönemin ünlü yazar ve sanatçıları ihtişam ile çöküşün, barbarlık ile kahramanlığın, güzellik ile yozlaşmanın birbirine karıştığı yeni bir Doğu imajının yaratılmasının öncüleri oldular. 1826’da oryantalizm terimi ilk kez Fransızcada kullanıldı. Başlangıçta, ‘batının, uygarlığını doğuya borçlu olduğunu’ savunan teorinin adı olarak kullanılan terim kısa zaman sonra ‘doğulu tarzın taklidi’nin ve ona duyulan düşkünlüğün ifadesine dönüştü.

1830’da Fransa’nın Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetindeki Cezayir’e girmesi ve daha sonraları bunu diğer yerlerin izlemesi, Doğuya yüklenen yeni bir imajla ve yaratılan yeni bir tür merakla paralel ilerledi. Bu ‘izmler çağı’nda turizm denen bir şey icat edilmiş ve Doğu da gezilip görülecek, keşfedilecek bir ‘macera’, tüketilecek bir meta olarak pazarlanmaya başlanmıştı. 19. yüzyılın sonlarına doğru Doğu imajı sabundan havayolu şirketine, sigaradan demiryollarına, çikolatadan bankaya kadar akla gelebilecek her ürünün pazarlanmasında kullanılmaya başlandı, tabi yüz yıldan beridir kendisini temsil eden klişelerle. Doğu’nun büyük klasiği ‘Bin Bir Gece Masalları’ Batı’da ilk kez 1704’te yayınlanmıştı, fakat sahip olduğu erotizmin feda edilmediği ilk çeviriyi Richard ‘Kirli Dick’ Burton 1885’te yayınlayınca hiç de küçümsenemeyecek bir etki yarattı. Erotizmin, Doğu imajının ayrılmaz bir parçasına dönüşmesinde Bin Bir Gece Masalları’nın büyük bir rolü olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Sergideki afişlerde bu etki belirgin biçimde yansıyor. Örneğin 1930’lu yıllara ait bir afişi omuzunda testi taşıyan çarşaflı bir kadın dolduruyor. Fakat aslında kadın bedeninin yabancı gözlerden sakınılması için kullanılan çarşaf burada, çekici kadının vücut hatlarının cömertçe vurgulanmasına yaramış. Bu erotik afişin Fas Demiryolları’nın reklamı olduğunu öğrenmek şaşkınlık verici olabilir. Eğer 1930’lu yıllarda yaşayan bir Avrupalı olsaydınız mesajı algılamanız hiç de güç olmayacaktı: Demiryoluyla yolculuk yapmak Fas’ın apayrı ‘güzelliklerini’ keşfetmek demektir.

‘AHLÂKSIZ VE PASPAL ARAP SARKOZY’
Serginin küratörü Eldem, çok güçlü bir etki yaratmış ve batının doğu üzerindeki iktidarının fikri düzeydeki yansımasını ifade eden oryantalizmi, kimi zaman karşılaşılabildiği gibi büyük bir komplonun ya da hain bir planın parçasıymış gibi ele almamak gerektiğini söylüyor. Örnek olarak ise günümüz Fransa’sının son zamanlarda yeniden popüler olan oryantalist kahramanı İznogoud’u (‘İs no good’; işe yaramaz) gösteriyor. 1961’de Jean Tabary ve Rene Goscinny’nin yarattığı çizgi karakter İznogoud sivri sakallı, paspal, hain, açgözlü ve ahlaksız bir Arap sadrazamdır. Hayattaki tek amacıysa iyi kalpli, uysal, tembel ve son derece aptal halifenin yerine halife olmaktır. Ama tahmin edersiniz ki planlarında daima başarısız olur, aptal halife ise onun bu planlarının farkına bile varmaz. Arap klişelerinin bu en somut örneğinin günümüzün Fransızları için çağrıştırdığı şey ise kendi cumhurbaşkanları Nicolas Sarkozy’den başkası değildir. Sarkozy, “cumhurbaşkanının yerine cumhurbaşkanı olmak” istediğini söylediğinden beri İznogoud farklı bir bağlamda yeniden popüler oldu.

Burada serginin bir bölümünün, Türkiye’de oryantalizmin farklı biçimlerde yeniden üretilmesine ayrıldığını belirtmek gerek. Batılılaşmaya çalışan Osmanlı’nın bu yöndeki çabaları ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğulu kökleriyle ilişkisini tamamen kesmesi, aynı zamanda oryantalizmin yeniden üretilmesini sağlamıştı. Batının kendisini de kapsayan Doğu imajına bir tepki olarak, aynı zamanda Batının üstünlüğünü kabul ettiğinin açık göstergesi sayılabilecek biçimde Osmanlı ve Türkiye, söz konusu imajı kendi topraklarındaki ‘daha Doğulu’, ‘diğer’ unsurlara ve Araplara yükledi. Eldem’e göre bir zamanlar Türk musikisinin, yakın geçmişte ise arabeskin ve göbek dansının yasaklanması da günümüzün popüler deyimi ‘Beyaz Türk’ kavramı da oryantalist bakış açısının hala canlı olduğunun çarpıcı göstergeleri.

Sergiyi gezerken oryantalizmin size de ilginç gelecek farklı yanlarını, bu yazıya sığmayacak ipuçlarını fark ederken bu ‘renkli’ macerayı zamanın nasıl geçtiğini anlamadan bitireceksiniz.

Akşam/ Brunch Şubat 2008

Hiç yorum yok: