30 Aralık 2010 Perşembe

Türkiye'nin eğlenceyle imtihanı



Türkiye’nin eğlenceyle imtihanı

Bir yılbaşı daha geldi. Artık bir fenomene dönüşen Taksim’deki kutlamaları ‘bir bilene’ yorumlatmak isterken gözümüzün önüne yıl boyunca kutlamalarda, eğlencelerde ve anmalarda yaşanan gariplikler geldi. “Nerede yanlışlık yapıyoruz acaba?” dedik, bu tür konular üzerine epey kafa yormuş Özgür Taburoğlu ilginç cevaplar verdi.


26.12.2010 Akşam Pazar

Yılbaşı yaklaşırken taciz olaylarını önlemek için Taksim Meydanı’nda, bazlıları noel baba kılığında 5 bin polisin görev yapacağı bildirildi. Bir kutlama organizasyonu ise bu yıl gerçekleştirilmeyecek. Önceki yılların bazılarında ya askerlerin şehit düşmesi, İsrail’in Filistin’e saldırması gibi nedenlerle iptal edildiği için gündeme gelmiş, ya da sahne olduğu taciz olaylarıyla gazetelere, televizyonlara konu edilmişti.

Aslına bakarsanız söz konusu edilen şey kutlama, anma, eğlenme, üçlüsüyse gariplikler açısından hayli zengin bir ülkede yaşıyoruz. Yılbaşı kutlamaları hakkında, konuyla ilgili ‘bir bilenden’ yorum almak isterken, bütün bir yıl boyunca yaşadığımız diğer gariplikler de gözümüzün önüne geldi. Amcasının oğlunu askere uğurlarken kazayla kızını öldüren adamdan, Ankara’da yılbaşı için vitrinlerini süsleyen esnafa belediyeden uyarı gelmesine; şehitleri anma gecesinde halay çekmeye başlayan insanlardan, İbrahim Tatlıses’in bir konserinde sahneye çıkan kıza ‘küçük o….’ demesine kadar pek çok kara mizah vakası…

Asıl mesleği bilgisayar mühendisliği olmasına karşın bu tür kültürel konular üzerine kafa yoran ve çeşitli yayınlarda makaleleri yayınlanan Özgür Taburoğlu’yla konu hakkında sohbet etmek istedik. Kendisi üç yıl önce, ‘Dünyevi ve Kutsal/ Modernlerin Maneviyat Arayışları’ adında ilgi çekici bir kitap çıkarmıştı. ‘Kent Efsaneleri’ adını taşıyan yeni kitabıysa önümüzdeki günlerde çıkacak. Sorularımıza verdiği ilginç cevaplar, sizi de bu tür olaylara farklı açılardan bakmaya teşvik edebilir.


EĞLENEN İNSAN ELİNi, DİLİNİ, BELİNİ BİRAZ SERBEST BIRAKMALIDIR
Eğlenme, kutlama ve anma biçimlerimizdeki, kara mizaha konu olabilecek durumları nasıl açıklıyorsunuz?
Manevi dünyanın günümüzde geçirdiği değişime, o dünyayla kurulan ilişki şeklinin değişimi de eşlik ediyor. Verdiğiniz tören ve kutlama örneklerindeki asıl sorun bu ilişkinin bir türlü kurulamaması. Yani ulusal, dinsel ya da başka değerlerle ilişki kurmak isteyen insanlar var ama bunu bir türlü gerçekleştiremiyorlar. “Şehit törenleri sırasında gözyaşı dökeyim, bayrağımı sallayayım, biraz da halay çekeyim belki olur” diyor. Havaya kurşun sıkarken de, yanından geçen kadını elle ya da sözle taciz ederken de eğlenme işini gerçekleştirdiğini düşünüyor.

İdeal yılbaşı kutlaması nasıl olmalıdır? Örneğin Taksim Meydanı’nda denetimin arttırılması bunu sağlayabilir mi?
Doğrusu özellikle bir eğlencenin katı disiplin içerisinde, belli kurallara göre yapılamayacağı ortada. Yani eğlenen insan dilini, elini, ayağını, belini de biraz serbest bırakmalı.
Denetimsiz, doğaçlama, kendiliğinden gelişen eğlencelerde acıklı ve gülünecek durumlar ortaya çıkabiliyor ama yine de bu biçimin; her aşaması programlanmış törenlere, eğlencelere, onlara ipotek koyan kaynağı belirsiz denetimlere tercih edilmesi gerekir. Eğlence, özellikle de şenlikler sınıfsal, ekonomik, kültürel ayırımların geçici bir süre için son bulduğu fırsatlardır. Örneğin bu şenliklerin dünya üzerindeki en tanınmışlarında, bir eşeği papaz kılığına sokarlar.

TACİZCİ KALABALIKLARIN TEMSİLCİSİ DEĞİLDİR
Peki, ‘magandalar’, tacizciler ne olacak?
Yılbaşı kutlamalarında kent merkezlerinde toplanan ve muhtemelen yoksul olduğu için oralarda eğlence arayan gençlerin bunu bir fırsata çevirdikleri ortada. Yani onlardan esirgenmiş her şeye yılbaşı gecesi çılgınlığıyla erişme gayretindeler. Bu durumu anlama çabasına girmeden yapılan haberler zaten çok olduğu için şu söylenebilir; genç erkekleri zan altında bırakan, kadınları eve kapanmaya, kalabalıklardan uzak durmaya telkin eden haberler bunlar. Benzer şekilde, çocuklarımız taciz etmek, kaçırmak, organlarımız çalmak üzere hemen kapımızda bekleyen bir fesadın altı çiziliyor sürekli. Önemli olan bu haberleri algılama şeklimiz. Sokaklar eskiden olduğundan çok daha tekinsiz değil ama bu haberlerin içe kapanmayı, başkalarıyla; yoksulla, işsizle, vasıfsız gençlerle, işsiz Kürtlerle aramıza mesafe koymayı öğütleyen bir yanı olduğunu da düşünebiliriz. Yani meydanda tacizi yapan kötü niyetliler, o kalabalığın temsilcisi oluyor gizliden. Orada bulunan bir sürü genç kılıksız insanlar halini alıyor hemen.

Tacizcileri önemsemiyor musunuz yani?
Burada yapılması gereken tacizin sorumlularına, onları kalabalıktan ayıran bir isim koymaktır. “Bir grup genç” yerine, eğer suçları sabitse açık ya da kodlanmış isimleriyle seslenmektir.

SİLAH TOPLUMUN PARÇASI OLMAMAK İÇİN SIKILIR
Kutlamalarda silah atılması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Alman düşünür Walter Benjamin, Fransız Devrimi’nin hemen ertesinde devrimi kutlayanların silahlarıyla saat kulelerine ateş açtıklarını yazar. Farklı kentlerdeki saat kuleleri birbirinden habersiz bu insanların hedefi olmuştur. Benjamin, insanların eğlence ve törenin bir araya geldiği böylesi kutlamalarda ateş etmesini; kendilerine mutsuzluklarını çağrıştıran eski zamanlardan kurtulma çabasına bağlar. Malum, bizim insanımızın ortaya silah sıkması için böyle büyük bir olayın yaşanması gerekmiyor. Fransızların silah sıkması daha soylu görünebilir ama ikisi de benzer işlevi yerine getirir. Bizim insanımız da havaya silah sıkarak içinden çıkamadığı kaderleriyle hesaplaşır. Aslında o sıradan adam bu ve benzeri birçok davranışında gösterdiği basiretsizliğiyle, bir yurttaş olmak istemediğini ilan etmek ister. Toplumun bir parçası olmamaya çalışır.

SOSYETE, TELEVİZYONUN ÜNLÜLERİ VE KÖYÜN DELİLERİ
Gariplikler sadece ‘halk tabakasının’ eğlencelerinde değil, ‘sosyetik’ partilerde de yaşanabiliyor…
Veblen adında başka bir Alman düşünür vardır. 19. yüzyılın sonlarında bir grup insanın ‘gösterişçi tüketim’ yapmaya başladığını fark eder. Söz konusu grup, kendilerinden önceki soylulara özenen burjuvazi kesimidir. Burjuvalar gerçekten de ilk zamanlarda bocalar, biraz görgüsüzce eğlenceye dalar, izleyici açısından iyi görüntü vermez. Magazin gazeteciliği de esasında o görüntüyü yakalamak için doğmuştur. Fakat Avrupa’da burjuvazi belli bir olgunluğa erişirken, kültürel sermayeyi de kasasına atmıştır. Magazin de büyük ölçüde o kasadadır. Ama Türkiye’de bu olgunluk tam oluşmamış ki, magazinciler seçkin insanlardan kurulu cemiyet haberleri yerine daha çok biçimsizlikleri ortaya çıkarıyor.

İbrahim Tatlıses’in sahneye çıkardığı kıza ağza alınmayacak bir söz söylemesinin simgesel bir yanı var mıdır mesela?
O vukuatın kameraların çalıştığı, halka açık bir gösteride yaşanması bu talihsizliğe farklı anlamlar katıyor. Yani bazı kişiler televizyon karşısında, halkın gözleri önünde böyle davranma iznini koparmış gibi davranırlar. İbrahim Tatlıses’ten daha aklı başında olup olmadıkları bir yana, Zeki Müren, Huysuz Virjin, Okan Bayülgen gibi isimlerin yaptıkları biraz da televizyonların, gazetelerin başındaki halkın vesayetine güvenmeleriyle ilgili. Köylerde, kasabalarda delileri vesayeti altına alan halk gibi. Halkımız delilere ne kadar sahip çıkarsa çıksın, deliyi karşısına alıp konuşturup, ona gülmekten el şakaları yapmaktan geri durmaz. Deli de onların adına etrafındakilere sataşır. Ortada küçük bir kızın yaşadığı facia olmasa, bu gösterinin mantığı belki de sorgulanmazdı. Çok doğallaşmış, görülmez hale gelmiş olduğundan… İbrahim Tatlıses’i böyle patavatsız, pervasız yapan da delinin bizi güldürmesi, eğlendirme beklentisidir. Televizyona çıkan, gösteriye katılan herkes bu delirmeden payını alır.

‘YURDUM İNSANI’ KATEGORİSİ…
Böyle durumlarda insanların otomatik olarak girdiği ‘yurdum insanı’ kategorisi var…
Medyanın sistem dışı (ya da sistem karşıtı) insanları görünür kılmasının iki yolu olduğunu söyleyebiliriz; bir suç işlemeleri ya da ‘yurdum insanı’ndan manzaralar sergileyip, gülünç, grotesk haller almaları beklenir. Esasen halk dediğimiz, şekilsiz, temsil edilmeyen insanlara son zamanlarda yurdum insanı demeye başladık. Onlara acımak, nefret etmek ve gülmek dışında, onların varlığını kabullenen, ciddiye alan ‘normal’ bir jest ortaya koyamıyoruz.

EĞLENCEYLE KUTSALLIĞI BİRBİRİNE KARIŞTIRIYORUZ
Hıristiyan dünyadaki eğlencelerde papaz kılığında gezdirilen eşekten bahsettiniz az önce. Türkiye’de dini değerler eğlencenin önünde bir engel midir?
İslam’ın, eşdeğeri başka dinlerdeki kadar eğlenceye yasaklar koyduğunu söylemek zor. Burada sorun gibi görünen, eğlencenin gerçekten de bir tür kutsallık ifadesiyle ve törenlerle karıştırılması olabilir. Eğlence yalın, bedensel bir iş gibi değil de, ruhumuzu da kurtaracak büyük bir olaymış gibi yaşanıyor kimi zaman. Sohbetlerimizde de böyle değil midir? Çoğu arkadaş sohbetinde Türkiye’nin ve dünyanın büyük bir sorununu çözmeden rahat edemeyiz mesela.

Kutsal değerlerle kurduğumuz ilişkiyi de eğlenceyle karıştırıyor olabilir miyiz? Kurban bayramındaki trajikomik manzaraları nasıl açıklıyorsunuz?
Kurban bayramları gibi törenlerimizi ‘yaşatmak’ konusunda bir dirençten söz edilebilir. Kutsallık taşıyan törenlerin içtihatla, eleştirellikle, yani en bilinen deyimle ‘çağdaş yaşamın gerekleri’yle ilişkili görülmemesi bu komik ya da acıklı durumların nedenine dönüşüyor. Kurbanlıklar tarihin her aşamasında sahibinden kaçıp kurtulmuştur ama bunun bir metropol kalabalığında yaşanması gülünç bulunur. Burada geleneksel olanı çarpıtılması ya da yozlaşması söyleminden çok, bağlılıklarını ‘aslına uygun’ yerine getirmek isteyenlerin yarattıkları durumlar, dramlar üzerinde durulmalı.


Eğlencede de, anmada da kara mizah eksik olmuyor

Gazetelerde sıkça karşımıza çıkan taciz olaylarını ve düğünlerde, kutlamalarda kaza kurşunuyla öldürülen insanları hatırlamak bile istemezken; aklımıza gelen, çoğu son aylarda karşımıza çıkmış ‘garip’ kutlama, anma ve eğlenme vakalarından bazılarını aktaralım.

* 2010’a girilirken Levent’teki Sapphire binasında verilen yılbaşı partisi Milliyet’in Cadde ekindeki habere göre organizasyon faciasıymış; “Tek kişilik tuvalet sırasına dayanamayan sosyetik konuklar, lüks binanın çatısında gözden kaybolmak zorunda kaldı.”

* İbrahim Tatlıses kurban bayramının son gününde 800 kişiye konser verirken sahneye çıkardığı küçük hayranına “Vay küçük o…” deyince Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın da bulunduğu salonda büyük gerginlik yaşandı.

*Kurban bayramında, Çanakkale’nin ayvacık ilçesinde ipini koparan angus cinsi dana sahiplerini peşine takarken yaklaşık 10 kilometre koştu ve 3 kilometre yüzdü. Altınoluk’ta çıktığı sahilde yakalandı.

* Sarıkamış’ta şehit olan 90 bin asker için, Kocaeli’nde belediyenin himayesinde düzenlenen anma gecesine katılanlar, törenin ilerleyen dakikalarında halay çekmeye başladılar.

* Mardin’in kurtuluşu bu yıl 91. ve sonuncu kez kutlandı. Sonuncu olmasının nedeni Mardin’in hiç düşman işgaline uğramamış olması. Yetkililer, insanların kendilerini boşlukta hissetmemesi için kutlamalara Onur Günü adıyla bundan sonra da devam edileceğini bildirdiler.

* Edirne’nin düşman işgalinden kurtuluşu kutlamalarında, resmigeçite katılan avcılar avladıkları tilki ve domuzlarla kortejdeki yerlerini aldı.

* Balıkesir’in kurtuluşunda önemli rolleri olduğu düşünülen deri imalatçılarını, bu yılki kutlamalarda garip giyimleriyle Tülütbaklar temsil etti. Resmigeçit sırasında insanları korkutmayı ihmal etmediler.

* Ankara’da bu yılbaşı içi vitrinlerini süsleyen esnafa belediye yetkililerinden uyarı geldi; “Ağaçlardaki ve yoldaki bu süsleri üç gün içinde ya siz sökersiniz, ya da gece biz toplarız.”


http://www.aksam.com.tr/turkiyenin-eglenceyle-imtihani--6250h.html

http://www.milliyet.com.tr/turkiye-nin-eglenceyle-imtihani/turkiye/sondakikaarsiv/26.12.2010/1331153/default.htm

Hiç yorum yok: